Bedir Savaşı

bedir-savasi-1

Hicret’in 2. senesi 17 Ramazan / Milâdî 13 Mart 624 Cuma
Ku­reyş’in Ticaret Kervanı
Hicret’in 2. senesinde Ku­reyş müşrikleri, bir ticaret ker­vanı hazırlamışlardı. Şam pazarına gönderilen kervana, Mekke’den kadın erkek hemen hemen her­kes hisselerine göre ortak idiler. Bin deveden meydana gelen ve serma­yesi elli bin dinar olan bu büyük ticaret kervanının satılan malları karşılığında harbe hazırlık için silah alınacaktı. Ker­vanın yola çıkarılmasındaki asıl maksat buy­du. Ku­reyş­li­ler ayrıca kervanla birlikte Ebû Süfyan başkanlığında otuz, kırk ki­şi kadar muhâfız da göndermişlerdi.[1]

Pey­gam­be­ri­mizin Durumu Haber Alması

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu durumu haber aldı. Ebû Süfyan başkanlığın­daki bu büyük ticaret kervanının Mekke’ye dönmesine mani olmaya karar verdi. Teşkil ettiği 300 kişiyi aşkın (305-315) sahabeyle yola çıkmaya hazırlandı.

Sa’d ve Babası
Sahabeler, Bedir Seferi’ne katılmayı şiddetle arzu ediyorlardı. Hatta bu hu­susta kur’a çekenler bile vardı. Ensardan Sa’d, babası Hayseme’ye, “Eğer bu seferin mükâfatı cennetten başka bir şey olsaydı, senden geri kalırdım! Ben, bu seferde bana şehitlik nasip olmasını umuyorum” diyerek sefere katılma arzu­sunu izhar etmişti. Babası ise ona, “Sen, rahatsız olan hanımının yanında kal da ben gideyim” diye cevap vermişti. Ama Sa’d bunu kabul etmemiş ve arala­rında kur’a çekilmesine karar vermişlerdi. Çekilen kur’a Sa’d’a çıkmış ve sefere o iştirak etmişti. Bedir’de şehit düşerek bu yüksek arzusuna da nâil oldu.[2]

Ümmü Varaka
Sefere çıkmak için yalnız erkeklerde değil, kadınlarda da büyük bir istek ve arzu vardı. Sefer hazırlıkları yapılırken Ümmü Varaka bint-i Abdullah, Re­sû­lul­lah’ın huzuruna vararak, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bana müsaade et de sizinle birlikte ben de çıkayım. Yaralarınızı tedavi eder, hastalananlarınıza bakarım. Olur ki Allah, bana şehitlik nasip eder” dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu fedakâr ka­dına, “Sen evinde otur, Kur’an oku! Muhakkak ki Allah, sana şehitlik nasip eder” diye cevap verdi.

Bu hadiseden sonra Resûl-i Kibriya Efendimiz, onu hep “şehide” diye anar­dı.

Nitekim hâfız olan Ümmü Varaka, Hz. Ömer devrinde biri erkek, diğeri ka­dın iki uşağı tarafından geceleyin üzerine kadife örtü basılarak şehit edildi. Ka­tiller, yakalanarak, asılmak suretiyle cezalandırıldılar. Medine’de, asılmak su­retiyle cezalandırmanın ilkini bu hadise teşkil eder.[3]

Medine’den Hareket

Peygamber Efendimiz, yerine mescitte namaz kıldırmakla Abdullah İbni Ümmî Mektum’u vazifelendirdi. Ensardan Ebû Lü­ba­be Hazretlerini ise, şehre nâib [vekil] tayin etti. Ramazan ayın­dan on iki geceyi geride bıraktıkları, ol­dukça sıcak bir Cumartesi gününde mücahitlerle Medine’den hareket etti.[4]

Bunu da oku :  Peygamberimizin, Amcasıyla Şam'a Gidişi

Resûl-i Ekrem Efendimizin beyaz sancağını Mus’ab b. Umeyr (r.a.) taşı­yor­du. İki siyah bayraktan Ukab adındaki Hz. Ali’nin, diğeri ise ensardan Sa’d b. Muaz Hazretlerinin elindeydi.[5]

Kervan, Bedir[6]mevkiinde karşılanacaktı. Çünkü burası, Mekke, Medine ve Suriye’ye giden yolların birleştiği stra­tejik önemi olan bir nok­taydı.

Mücahitler, yazın en sıcak günlerinin birinde Medine’den yola çıkmışlardı; üstelik, Ramazan ayı olduğu için oruçlu bulunuyorlardı. Kavurucu sıcaklar al­tın­da, alev saçan çöl üstünde, oruçlu halde yol almak oldukça güçtü. Bu se­bep­le, Resûl-i Ekrem Efendimiz, orucunu açtı, mücahit­lere de açmalarını emir bu­yur­du.[7]

Yaşları Küçük Olanların Geri Çevrilmesi
Henüz Medine’den fazla uzaklaşılmamıştı. Resûl-i Ekrem, küçük yaşta olanları ordudan ayırarak geri çevirdi. Sayıları sekiz olan bu küçük mücahitler, ordudan geri kalmaktan fazlasıyla üzüldüler. Bunun üzerine Pey­gam­be­ri­miz, bir ikisine tekrar orduya katılma izni verdi. Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas der ki:

“Re­sû­lul­lah’ın küçüklerimizi geri çevirmesinden biraz önce, kar­de­şim Umeyr’in göze görünmemeye çalıştığını gördüm.

“‘Kardeşim, sana ne oldu?’ diye sordum.

“‘Re­sû­lul­lah’ın, beni küçük görüp geri çevirmesinden korkuyorum! Hâl­bu­ki, ben sefere çıkmak istiyor, Allah’ın bana şehitlik nasip etmesini umuyo­rum’ diye cevap verdi.

“Kendisi Re­sû­lul­lah’a arz edilince Re­sû­lul­lah onu küçük görüp, ona, ‘Sen ge­ri dön’ dedi.

“Umeyr ağlamaya başladı. Bunun üzerine Re­sû­lul­lah da müsaade etti. Umeyr’in boyu kısa olduğu için kılıcını bağlayamamış, ben yardım ederek bağ­­lamıştım.”[8]

Allah yolunda savaşıp şehitlik mertebesine ulaşmak isteyen Umeyr, harp esnasında müşriklerin oklarına hedef olup bu yüksek gayesine ulaştı.

.
Video silinirse youtube’da ara: bedir savaşı radyo tiyatrosu

Develere Nöbetleşe Binilmesi

Müslümanlarla beraber iki at, yetmiş deve vardı. Develere nöbetleşe binili­yordu. Peygamber Efendimiz de bu hususta, diğer Müslümanlar­dan kendisini farklı görmek istemiyordu. Hz. Ali ve Mersed b. Ebî Mersed ile bir deveye nö­betleşe biniyorlardı. Yürüme sırası Efen­dimize geldiğinde, diğer iki sahabe, “Yâ Re­sû­lal­lah! Sen bin; biz, senin yerine yürürüz” diyorlardı. Ancak Peygam­ber Efendimiz bunu ka­bul etmiyor, “Siz yürümekte benden daha kuvvetli ol­ma­dığınız gibi, ecir ve mükâfat hususunda da ben sizden daha müs­tağnî ve ih­tiyaçsız değilim”[9]diye cevap veriyordu.

Bunu da oku :  Süt Anne Halime (r.a)

Bu hareketiyle Resûl-i Kibriya, İslam’ın getirdiği adalet ve müsavat düstu­runu, her şeyden önce bizzat şahsında tatbik etmiş oluyordu.

Ku­reyş Kervanının Yol Değiştirmesi

İslam ordusu, kavurucu sıcaklar altında yoluna devam ediyordu. Henüz Bedir mevkiine varmadan, Ebû Süfyan, başından beri endişe duyduğu hususu haber aldı: “Müslümanlar, kervanı ele geçirmek için yola çıkmışlar!”

Mekke’ye derhal bir haberci gönderirken, kendisi de hiç konaklamadan kervanın istikametini değiştirerek Kızıldeniz sahilinden Bedir’e uğramadan Mekke’ye doğru yol aldı.

Ku­reyş’in Harbe Hazırlanması
Ebû Süfyan’dan önce Mekke’ye varan haberci Damdam, acayip bir kılıkla, de­vesinin üzerinde bağıra bağıra haberi duyurdu: “Ey Ku­reyş topluluğu! Tica­ret kervanınıza, Ebû Süf­yan’ın yanındaki mal­larımıza Muhammed ve ashabı saldırdılar! Ona ulaşabileceğinizi sanmıyorum. İmdat! İmdat!”

Haliyle, bu haber Ku­reyş’in infiâline sebep oldu. Zira, kervanda hemen he­men her ailenin malı vardı. Ku­reyşliler derhal toplandılar. Süratle hazırlığa baş­ladılar. Alelacele ha­zırlanan müşrik ordusu­nun mevcudu 950’yi buldu. Bun­ların yüzü atlı, yedi yüzü develi idi. Bu rakam sayıca, kervanı takibe çıkan Müslümanların üç katı demekti. Aynı zamanda, Ku­reyş ordusu, silah bakı­mından da Müslü­man­lardan çok daha üstündü.

Bu arada, müşrik ordusuna katılmak istemeyenler de çıktı. Fakat Ebû Cehil ve diğer ileri gelenlerin baskısı karşısında onlar da iştirak etmek zorunda kal­dılar. Buna rağmen Ebû Leheb, hasta olduğunu bahane etti ve yerine bedelle bi­rini göndererek Mekke’de kaldı.

Hazırlanan müşrik ordusu, muganniyelerin söylediği şarkılar, kadınların çaldığı deflerin coşkun havası içinde Mekke’den Bedir’e doğru hareket etti.

Yolda, kervanını Bedir’den arızasız geçiren Ebû Süf­yan’dan ken­di­lerine şu haber geldi:

“Siz kervanınızı, kervan üzerindeki adamlarınızı ve mallarınızı muhafaza et­mek için yola çıkmıştınız. Allah onları kurtarıp selamete erdirdi. Artık dönü­nüz!”

Ancak Ebû Cehil dönmek niyetinde değildi. Başkalarının da geri dönmesine rıza göstermeyerek şöyle konuştu:

“Vallahi, Bedir’e varmadıkça dönmeyiz. Orada üç gün kalırız. Develer bo­ğazlayıp yemekler yeriz. Şaraplar içeriz. Cariyelere şarkılar söyleterek eğleni­riz! Başımıza toplanacak Araplar bizi dinler ve seyrederler. Bundan sonra hep bizden korkar dururlar. Haydi, ilerleyiniz!”[10]

Bunu da oku :  Hz. Ali'nin Müslüman Oluşu

Müşrik ordusu Bedir’e doğru ilerlemeye başlarken, haberci de Ebû Süf­yan’ın yanına dönüp durumu kendisine anlattı. Ebû Süfyan bu haberden mem­nun olmadı: “Yazık oldu kavmime! Bu, Amr b. Hişam’ın, Ebû Cehil’in işi­dir! Dönmek istemedi. O, bunu halka baş olmak sevdasıyla yaptı. Azgınlık, ek­sik­lik ve uğursuzluk getirir” dedi.

Endişesini ise son cümlesiyle şöyle dile getirdi:

“Eğer Muhammed’in ashabı onlara rastlarsa, işleri tamamdır!”[11]

Ebû Cehil’in bütün şirretliğine ve kışkırtıcılığına rağmen, ordudan ayrılan­lar da oldu: Ahnes b. Şerîk, müttefiği bulunan Zühreoğullarını ikna ederek be­ra­berce Mekke’ye döndüler. Daha sonra bunları, Hz. Ömer’in kabilesi Adiyy b. Ka’boğulları takip etti.

Müşrik ordusuna Hâşimoğulları da katılmıştı. Ku­reyş’ten bazıla­rı kendile­rine, “Vallahi, ey Hâşimoğulları! İyi biliyoruz ki sizler, her ne kadar bizimle se­fere çıkmışsanız da, kalbiniz Muhammed’­le­dir” deyince, Ebû Tâlib’in oğlu Tâlib de bir grupla birlikte ge­ri dön­dü.

[1] İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 257; İbn Sa’d, Tabakat, c. 11, s. 11.
[2] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 482.
[3] İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 457; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 6, s. 405.
[4] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 12; İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 263.
[5] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 264.
[6] Bedir, Medine’den 120 fersah (takriben 145 km) uzaklıkta, Medine’nin güneybatı yönüne dü­şen bir ovanın adıdır. Etrafı yüksek dağlarla çevrilir. Câhiliyye devrinde burası bir panayır yeri olarak kullanılıyordu. Akar suyu ve muz, üzüm gibi meyveleri bol olan bir yerdi.
[7] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 149-150.
[8] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 21.
[9] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 21.
[10] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 270
[11] Vakidî, Megazi, s. 30

(Visited 207 times, 1 visits today)

Related posts

Leave a Comment