İmam-ı A’zam Ebu Hanife

imami-azam-turbe

İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretleri, tarihte yaşamış bir şahsiyet olarak incelendiğinde karşımıza son derece dikkat çekici özelliklere sahip biri olarak çıkar. Onu anlatmak, hayatını incelemek, düşüncelerini aktarmak, bir makalenin değil, geniş hacimli biyografik çalışmaların harcıdır. Ne var ki, bazı vesilelerle, böylesi şahsiyetlerin hayat hikâyelerinden özetle de olsa bahsetmek birtakım hayırlara vesile olabilmektedir. Biz bu yazımızda, bir İslam âliminin, bir müctehidin nasıl aynı zamanda bir “Veren El” olabildiğine ve Allah Teala’nın kendisine bahşettiği serveti nasıl bir nezaket ve zerafet ölçeğinde insanlarla paylaşabildiğine dikkat çekeceğiz. Önce detaylara girmeden, bu değerli şahsiyetin hayat hikâyesine değinelim isterseniz…

İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretleri, m.699 yılında Kufe’de dünyaya geldi. Babası Sabit, oğluna Numan ismini verdi. Bir zamanlar Hz. Ali (ra) Efendimizle görüşme şerefine nail olan Sabit ondan kendisi ve nesli için dua talep etmiş ve Hz. Ali de bu isteğinin gerçekleşmesi için dua ve niyazda bulunmuştu. Kim bilir belki de oğlu Numan’ı İmam-ı A’zam kılan, bu duanın kabulüydü… Numan, ilk gençlik yıllarında tüccar olan babasını izleyerek kumaş ticaretine atıldı ve alışverişteki dürüstlüğüyle ün yaptı.

Neden “Ebu Hanife” denildi?
Sabit isimli, helali ve haramı gözeten, abid ve zahid bir tüccarın oğlu olan Numan, günlerden birinde Ebu Amr eş-Şa’bi isimli değerli İslam alimiyle karşılaşır… eş-Şa’bi, genç Numan’ı yanına çağırır ve ona şunları söyler: “Seni zeki, kabiliyetli ve cevval biri olarak görüyorum. İlme ve alimlerin meclislerine devam etmeyi ihmal etme…” İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretleri sonraki yıllarda, bu sözlerin kendisini çok etkilediğini ve eş-Şa’bi’nin bu tavsiyesinden sonra kendisini ilme verdiğini aktarır. İlim meclislerine devam eden genç Numan öğrencilik görevini tam manasıyla yapmaya çalışır. Öyle ki yazı hokkasını ve divitini yanından hiç ayırmaz ve Iraklılar arasında “Hanife” denilen bu yazı malzemesi zaman içinde Numan için bir lakab olarak kullanılmaya başlar ve insanlar ilme düşkünlüğünden dolayı ondan artık “Ebu Hanife” olarak söz ederler. Yoksa kendisinin Hanife isminde bir kızı olduğu için değil!

Bunu da oku :  İmam-ı Şafii

İlim Yolculuğunda Hocaları
İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretleri, o zamanlar bir ilim ve kültür havzası olan Irak’ta ve çevre memleketlerde ne kadar alim varsa onlarla onlarla görüşmeye gayret etmiş ve her alimden, metodundan istifade etmeye çalışmıştı. Küçük yaşta görme şerefine nail olduğu Enes b. Malik başta olmak üzere, Ata b. Ebi Rebah, Süfyan b. Uyeyne, İmam Zeyd b. Ali ve Cafer-i Sadık gibi sahabi ve değerli şahsiyetler onun ilim ve zühd hayatında önemli değişimlere ve katkılara vesile oldular. Ancak İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretlerinin ilim yolculuğunda kendisinden en çok istifade ettiği isim Hammad b. Ebu Süleyman’dır. Onsekiz yıl talebeliğini yaptığı ve bu esnada dünyaya gelen oğluna ismini verdiği bu değerli hocası vefat edince, arkadaşlarının ısrarı üzerine onun bu vazifesini devralarak vefatına kadar öğrenci yetiştirmeye devam etmiştir. Her geçen gün genişleyen ilim halkasında binlerce talebe yetiştirmiş, bunlardan kırka yakını müctehid seviyesine ulaşmış ve İmam Muhammed, İmam Ebu Yusuf ve İmam Züfer gibi, her biri bağımsız bir müctehid mertebesinde olanlar ise İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hz.lerinin görüşlerinin sistematik hale getirilmesinde önemli katkılar sağlamıştır.

Hayatından Kesitler

İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretleri, zühd ve takva üzere yaşamayı kendisine ideal olarak seçen, alim ve abid bir insan olarak dikkat çeker. Fıkhı, “insanın lehinde ve aleyhinde olacak şeyleri bilmesi” şeklinde anlamış ve dinin insan hayatının ayrılmaz bir parçası olduğunu, verdiği son derece anlamlı ve isabetli fetvalarla ortaya koymuştu. Ancak o, özellikle menkıbe kitaplarına konu olacak şekilde, ümmet-i Muhammed’in sıkıntılarının çözümü için verdiği fetvalar yanında, kendi takvasının gereklerini de yerine getirmekten geri durmamaktaydı. Sözgelimi, bir gün nehrin kenarında elbisesindeki çamuru yıkadığını görenler, “ama buna mahzuru yok diye fetva vermiştiniz” deyince, “Doğrudur… o, insanlar için fetvam; bu ise benim takvamdır” cevabını vermişti…

Bunu da oku :  Mimar Sinan

İlk kez Hacc’a gittiğinde, Mekke’ye ulaşır ulaşmaz kendisine bir delil (rehber) bulunmasını ister. Yanındakiler: “Ama hacc’ın hükümlerini siz eserlerinizde inceden inceye açıklamıştınız. Delile ihtiyaç var mı ki?” diye sorunca, İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretleri, “Doğrudur… Arafat, Mina ve Müzdelife ahkamının neler olduğunu iyi biliyorum. Ancak Arafat’ın nerede olduğunu ve oraya nasıl gidileceğini bilmiyorum. Onun için delil istiyorum” demiştir.

İlim hayatına devam ederken, bir taraftan da ortaklarıyla ticareti yürüten İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hz.leri, helal ve haram konusunda sın derece hassasiyet gösteren biriydi. Bir defasında ortağı kusurlu bir malı normal fiyatından satınca o parti maldan elde ettiği gelirin tamamına el sürmeden ihtiyaç sahiplerine dağıtmayı tercih etmişti.
Yine alacaklısı olduğu bir şahsın evinin duvarından yansıyan gölgelikte durmayı bile, alacağından dolayı oluşan bir menfaat olarak düşünmüş ve bu menfaati “faiz” olur korkusuyla, kendisi için uygun bulmamıştır.
Onun yıllarca yatsı abdestiyle sabah namazını eda ettiğinin aktarır bize sevgili talebesi İmam Ebu Yusuf…

Bir “Veren El” örneği
Böylesi bir zühd ve takva üzere yaşayan, kazancını inceden inceye hesab ettiği zekât ve sadakalarıyla insanlarla paylaşan İmam-ı A’zam Ebu Hanife Haz.leri, ilim erbabı ve öğrencileri başta olmak üzere tüm ihtiyaç sahiplerine yardım yapar ve şöyle derdi: “Bunu istediğiniz ihtiyacını gidermekte harcayın ve sadece Allah’a hamd ve şükredin. Çünkü bu verdiğim mal gerçekte benim değildir. Sizin nasibiniz olarak Allah fazlından ve kereminden onu benim elimle size göndermiştir.”

Bunu da oku :  İbn-i Heysem

Yoksul öğrencilerinin, ilim meclislerine devam etmesi için onlara harçlıkla destek olan, ilim halkalarının ihtiyaçların kendi kazancıyla karşılayan, çevresindeki fakir ve düşkün kimselerin derdine çare olmaya çalışan bir büyük İslam alimi ve müctehididir. İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretleri… Altının değerini sarraflar bildiği gibi, böylesi yüce bir şahsiyetin değerini de ancak onun gibi değerli alimler bilecekti tabiatıyla… Dönemin Abbasi Halifesi Cafer el-Mansur, kadılık görevini kabul etmeyen İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretlerini hapsettirip, her gün kırbaçlatmayı reva görürken, bir başka müctehid, İmam-ı Şafii ise meşhur eseri Divan’da İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretleri için şunları yazıyordu…

“Şehirleri ve halklarını güzelleştirdi durdu müslümanların önderi Ebu Hanife,
Verdiği hükümler, yazdığı eserler ve derin anlayışıyla…
Ne doğuda eşi ve benzeri var onun ne batıda ne de Kufe’de…
Rabbimizin rahmeti sonsuza değin onun üzerine olsun,
Eserleri okunduğu sürece bu rahmet böylece devam edip dursun… “

767 yılında gördüğü işkenceler sonucunda Rabbine kavuşan ve şu anda işgal altındaki Bağdat’ta kendi ismine nisbetle, A’zamiyye olarak bilinen bölgede medfun bulunan İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretlerini biz de İmam-ı Şafii gibi, binlerce rahmetlerle yad ederek sözlerimizi tamamlıyoruz.

(Visited 200 times, 1 visits today)

Related posts

Leave a Comment